top of page

DPK Notları

‘Hala Umut Var’: İtalya’nın Savaş Sonrası Kadın Mücadelesine Bir Film Yolculuğu – Gökçen Yavaş

İtalya’da, 26 Ekim tarihinden itibaren gösterimde olan ‘Hala Umut Var’ (C’é Ancora Domani), İstanbul’daki İtalyan Kültür Merkezi’nin 27 Kasım - 3 Aralık tarihleri arasında düzenlediği 14. ‘Çağdaş İtalyan Sinemasıyla Buluşma’ etkinliğinin kapanış filmi oldu. Film, toplumsal cinsiyet ve kadına yönelik şiddet konusunu tarihsel bir anlatıyla ele alıyor.

Barbie'yi nasıl bilirsiniz? Koyu Pembe Feminizm – Bezen Balamir Coşkun – Zeynepnaz Coşkun 

Son birkaç haftadır Greta Gerwig'in Mattel tarafından 1959 yılında piyasaya sürülen ve o tarihten beri kız çocuklarının gözdesi olan Barbie'yi konu alan pembe temalı filmi uzun süredir komada olan Hollywood’u yeniden canlandıracak olan hayat öpücüğünü verdi.

Barbie'nin yazarı ve yönetmeni Greta Gerwig, bağımsız sinemanın sevgilisi olarak çoktandır adından söz ettiriyor. Kariyeri boyunca filmlerinin odak noktası genç kızlık, kadınlık ve reşit olma halleri olan Gerwig ile özdeşleşen filmlerin başında Ladybird, Frances Ha ve Küçük Kadınlar geliyor. Gerwig’in sinema sektöründeki bu yolculuğu ikonik Mattel oyuncağı Barbie’yi sinemaya taşıyan yönetmen olmasının önünü açtı.

Democratya!*İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi - Karel Valansi

İsrail demokrasisine yönelik bu tehditler halk tarafından tepki ile karşılanıyor. Haftalardır yüz binlerce kişi ellerinde İsrail bayrakları, dillerinde Umut anlamına gelen Hatikva isimli milli marşlarıyla sokaklardalar ve seslerini en yüksek perdeden duyuruyorlar. Netanyahu hükümetinin geri adım atması ve yargı reformu adı altında gerçekleştirmek istediği değişiklikleri bir süreliğine ertelemiş olması dahi protestoları durdurmaya yetmiyor. Netanyahu’nun yolsuzluk davaları, koalisyon ortaklarının ayrıştırıcı ve radikal söylemleri devam ederken, ülkede hükümete yönelik güvensizlik sürüyor.

Protestolar sırasında meydanları dolduran bayraklardan oluşan mavi-beyaz bir denizin ortasında farklı bir grup öne çıkıyor. Kırmızı pelerin ve yüzlerini örten beyaz başlıklar giyen, başları eğik, elleri önlerinde, büyük bir sessizlik içinde genellikle ikili olarak yürüyen.

Barçın Yinanç – Deprem ve Diplomasi

rkiye’de 24 saat içinde gerçekleşen biri Richter ölçeğinde 7,8 diğeri 7,5 iki depremin yıkıcılığı karşısında inanılmaz hızlı ve kapsamlı bir uluslararası yardım seferberliğine şahit olundu. 6 Şubat tarihli depremin üçüncü haftasında, Türkiye’deki ölü sayısı 45 bini aşarken, Suriye’deki ölü sayısı ise 6000’e yaklaştı. Depremin üzerinden iki saat geçmemişti ki, Türkiye uluslararası yardım talebinde bulundu; bu talepten neredeyse 12 saat sonra Avrupa’dan ilk arama kurtarma ekipleri yola çıktı.

Depremin ikinci haftasında Türkiye’ye ekip yollayan ülke sayısı 90’a yaklaşırken, 300’ü aşkın arama kurtarma köpeğiyle sahada görev alan yabancıların sayısı 11 bini geçti. Dünyanın dört bir yanından, 100’ü aşkın ülke, kendi imkanları ölçüsünde Türkiye’nin yardımına koştu, destek yolladı.

Özellikle Batılı ülkelerden gelen desteği ayrı biçimde mercek altına almakta fayda var. Zira, her ne kadar “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemi AKP’ye ait olmasa da bu söyleme “Türkiye’yi kıskanıyorlar, güçlenmesini istemiyorlar” mesajını ekleyerek Batı karşıtlığını en fazla köpürten AKP iktidarı oldu.

Menekşe Tokyay – Afetler ve Mor Renk
 

Mor renk, kırmızı ve mavinin karışımı olmanın ötesinde, patriyarkal düzene bir başkaldırı ve kadınlar arası dayanışmanın arka plan rengidir. Rivayete göre Yörük geleneğinde, çeyiz bohçasından çıkardığı, kenarları sarı işli, mor renkli cepken giyen kadın herkesin göreceği şekilde köy meydanına çıktığında, eşinden şiddet ya da kötü muamele gördüğünü veya bu yönde tedirginlik yaşadığını haber vererek diğer köylülerden yardım istermiş.

Kadına yönelik şiddet dendiğinde ise, mor renk hem dayanışmayı hem de eril şiddet sonucu moraran gözleri, kabuk bağlayan/bağlayamayan yaraları simgeler.

Geçen sene Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) verilerine göre 381 kadın katledildi. İçlerinden bazıları “şüpheli” ölüm adı altında “balkondan düştü”.

6 Şubat’ta başlayan ve 10 ili kapsayan deprem silsilesi ise kadına yönelik şiddet vakalarında kısa süreli bir durulmaya yol açsa da, eril düzenin kodları yeniden devreye giriyor ve enkaz altından kurtulan kadınlar şimdi de “insanca yaşamak” için çığlık atmaya başlıyor.


Ceren Uysal Oğuz
Brezilya'da Kritik 2022 Seçimleri ve Sonrası

Brezilya başkanlık seçimleri 2022’nin son aylarına damga vuran önemli gelişmeler arasında yer aldı. 2 Ekim 2022’deki ilk turda hiçbir adayın %50 oy oranına ulaşamaması nedeniyle seçimler ikinci tura kaldı. 30 Ekim’de yapılan ikinci turda Luiz Inácio Lula da Silva oyların %50,9’unu, Jair Bolsonaro ise %49,1’ini aldı. Böylece Brezilya’daki toplumsal ve siyasal ayrışmayı iyice derinleştiren aşırı sağcı popülist Bolsonaro’nun dönemi sona erdi. Ancak aradaki oy farkının çok az olması, Lula’nın 1 Ocak 2023’te göreve başlamasının ardından yapılan Lula karşıtı gösteriler ve 8 Ocak’ta binlerce kişinin Kongre, Yüksek Mahkeme ve Başkanlık binalarını işgal etme girişimleri Brezilya’daki sorunların kısa vadede çözümünün zor olduğunu gösteriyor.

Gülriz Şen – Mehsa Emini’nin Ardından İran’da Kadın, Hayat ve Özgürlük

Bu yazı, Mehsa Emini’nin ardından İran’da yaşananları kadın hareketi ve ülke siyaseti açısından ele alarak, İran’da uzun soluklu kadın hareketinin ve son yıllarda artan örtünme zorunluluğu karşıtı eylemlerin temel dinamiklerini tahlil etmekte ve son protestoların siyasete ve topluma olası etkilerini tartışmaktadır.

Habibe Özdal – Krizden Savaşa, Savaştan Küresel Gıda Krizine


Şubat 2022’de Rusya Ukrayna’da topyekun bir savaş başlattı. Böylece 2013 yılından bu yana Ukrayna krizi olarak anılan gelişmeler yepyeni bir karaktere büründü. Rusya’nın “özel operasyon” olarak adlandırdığı bu savaş, hem Rusya-Ukrayna ilişkilerine geri döndürülemez şekilde büyük zarar verdi, hem de Rusya ile Batı arasındaki askeri, siyasi ve ekonomik gerilimi arttırdı. Savaşın beklenenden uzun sürmesi ise bölgesel kriz ve küresel gerilime ek olarak bir de gıda krizine neden oldu.

Cynthia Enloe, “Muzlar, Plajlar ve Üsler” adlı kitabında uluslararası barış ve güvenlikte “kadınlar nerede?” sorusunu sormamızın yolunu açmıştır. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta yaşandığı gibi, savaşlar kadınların güvenliğine yönelik tehditleri arttırırlar. 2013’ün sonlarında gerçekleşen Maidan protestolarından bu yana kadınlar, Ukrayna’da barış ve güvenlik alanlarında çok önemli rol oynuyor. 2014 yılındaki Donbas Savaşı ve sonrasında kadın askerler gerek sıhhiye, gerek aşçılık ve gerekse cephede muharip olarak aldıkları görevlerle Ukrayna ordusunda görev alıyor.

Adını İstanbul’dan alan, Türkiye’nin ilk imzacılarından olduğu Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin feshi hukuken tartışılır, Türkiye’nin her yanından kadınlar kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı yasaklayan bu sözleşmeyi savunurken, olan bitene biraz daha geniş bir perspektiften bakmak istedik.

Avrupa Birliği (AB) neydi? Avrupa Birliği, ortak değerlere saygı gösteren Avrupalı devletlerin üye olabildiği, çeşitlilik prensibi üzerine kurulu bir birlikti. Bu birlikten beklentilerin en başında iyi günde ve kötü günde üye devletlerin vatandaşları için dayanışma göstermesi gelmekteydi. Bu temel beklenti, 2008 yılında başlayıp uzun yıllar boyunca dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz ile sarsılırken, Arap ayaklanmaları ile başlayıp 2015 yılında zirveye ulaşan göç dalgaları, Polonya ve Macaristan’daki seçimler sonucunda üye devletlerde ortaya çıkan anti-demokratik yönetim uygulamaları, Orban’ın COVID-19 tedbirleri çerçevesinde kararnameler ile sınırsız süre ile ülkeyi yönetme yetkisini elde etmesi ile iyice zarar gördü. COVID-19 nedeniyle sosyal, ekonomik ve sağlık alanlarında sorunların yaşandığı bu günler ise AB tarihinin en kötü günleri olarak tanımlanabilir.

İlk olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin Vuhan kentinde ortaya çıkan COVID-19 koronavirüs salgını, dünyada yayılmaya devam ederken Afrika Kıtasında da ölümlere neden olmaktadır. Dünyanın en az gelişmiş ülkelerinin bu coğrafyada bulunmasına bağlı olarak bu ülkelerin altyapı, sağlık hizmetleri ve kaynaklarının yetersiz olduğu göz önüne alındığında virüsün yayılma hızının da giderek artacağı tahmin edilmektedir. Diğer taraftan, Afrika Boynuzu ülkelerinde hem askeri hem de ekonomik nedenlerle konuşlanan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin Halk Cumhuriyeti, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya ise virüsün en fazla yayıldığı ülkeler arasında yer almaktadır. Bu durumda, “Afrika Boynuzu ülkeleri bu durumdan nasıl etkilenecek?” sorusuna geçmeden önce bölgenin stratejik öneminden kısaca bahsetmek faydalı olacaktır.

Nietzche’nin çok bilinen sözüne göre bizi öldürmeyen her şey daha güçlü yapar. Aynı şeyi Avrupa Birliği (AB) gibi bir siyasi yapı için de söyleyebilir miyiz? Avrupa entegrasyonunun fikir babası Jean Monnet’ye göre “evet, söyleyebiliriz”. Monnet hatıralarında şöyle demiş: “Avrupa’nın krizler yoluyla inşa edileceğine ve çözümlerinin toplamı olacağına her zaman inandım.”Avrupa Birliği adım adım inşa ediliyor ve zorluklar karşısında bulunan çözümlerin üzerinde yükseliyor. Ancak özellikle 2005 yılında Avrupa Anayasal Antlaşması’nın reddinden sonra ardı ardına gelen krizler gerçekten AB’yi güçlendirdi mi? Bu krizlere nasıl çözümler bulundu? Bunlar gerçek çözümler miydi, yoksa sadece günü kurtarmaya mı yaradı ?

Birleşik Krallık, dünyayı etkisi altına alan yeni koronavirüs (Covid 19) salgınıyla mücadelede, pek çok batılı ülke gibi, başarılı bir performans sergileyemedi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 28 Nisan günü itibariyle Birleşik Krallık’taki Covid 19 vaka sayısı 161 bini geçti, 21 binin üzerinde insan ise hayatını kaybetti.

Tarih 17 Ocak 1991. İkinci Körfez Savaşı’nın başladığı gün, henüz 4 ay önce birleşmiş olan Federal Almanya’da 36 yaşında bir kadın, Hıristiyan Demokrat Partisi’nden (CDU) Aile ve Gençlik Bakanı olarak atanır. Dönemin Başbakanı Helmut Kohl’un kararına dayanan bu atama, çok ilgi çekmez böylesine karmaşık bir zamanda. Doğu Almanya’dan gelen genç, deneyimsiz, hatta silik bir izlenim yaratan bu genç kadını o dönemde hemen hemen herkes hafife alır. Ne var ki zaman onları yanıltır. Helmut Kohl’un “kızım” (“mein Mädchen”) diyerek “babacan” ve aynı zamanda ataerkil bir tavırla siyaset sahnesine çıkardığı Angela Merkel, yıllar içerisinde dünyanın en güçlü liderlerinden biri oldu. Onu sevenler de sevmeyenler de bir konuda hemfikir: Merkel kesinlikle saygı ve güven duyulan bir kişilik.

Çin’in Wuhan kentinden tüm dünyaya yayılan Covid-19 pandemisinin Ortadoğu’daki ilk durağı ve merkezi İran oldu. Resmi rakamlara göre ülke genelinde ölümler 6,700’ü, enfekte olan hasta sayısı ise 110,000’i geçti. Dünya Sağlık Örgütü Acil Durum Direktörü Rick Brennan, salgının ilk ayında İran’a seyahati sonrasında 17 Mart’ta yaptığı açıklamada test sayısının yetersizliği nedeniyle ülkede Covid-19 kaynaklı ölümlerin resmi istatistiklerin beş katına varabileceğini belirtiyordu. İran Sağlık Bakanlığı’nın paylaştığı veriler ülke içinde de sıklıkla tartışıldı ve tüm bu tartışmalara ülke dışındaki muhalif grupların çeşitli iddiaları da eşlik etti.Tartışma götürmeyen husus ise İran’ın bu krize siyasi, iktisadi ve toplumsal pek çok sorunla boğuştuğu bir dönemde yakalandığı gerçeğidir. İçinde bulunduğu bu zorlu koşullar Tahran’ın Covid-19 krizini yönetme kapasitesini ve stratejilerini de derinden etkiledi. Bu yazıda çağımızın şimdilik amansız gözüken pandemisi sürerken Tahran’ın tecrübesine odaklanılacak ve bu tecrübeyi şekillendiren birbiriyle iç içe geçmiş siyasi, iktisadi ve uluslararası dinamikler ele alınacaktır.

Alan Turing’in “makineler düşünebilir mi?” sorusundan yola çıkarak başlattığı düşünsel yolculuğu günümüz dünyasının gelecek tasarımında yapay zekâyı merkeze koyan anlayışın öncüsü olmuştur. Matematiksel, teolojik, psikolojik ve etik yönleri başta olmak üzere tartışmalı bir konu olmasına karşın yapay zekâ her geçen gün, yaşamın her alanında bir çözüm aracı olarak ön plana çıkmaktadır. COVID-19 salgını ile mücadelede yapay zekânın bir çözüm aracı olarak ele alınması ve buna yönelik yapılan çalışmalar yapay zekânın günümüz dünyasında kendine edindiği yeri açıkça göstermektedir. Dahası, salgının yönetilmesi ve ortadan kaldırılması amacıyla yürütülen yapay zekâ çalışmalarının gelecekte de etkilerini sürdüreceği görülmektedir.

Jacinda Ardern tarihte kadınların ilk defa seçme haklarını kazandıkları Pasifik Okyanusu’nda bir ada devleti olan Yeni Zelanda’nın başbakanıdır. Ardern, 28 yaşındayken İşçi Partisi’nden milletvekili seçildiğinde Parlamentonun en genç üyesi sıfatını kazanır ve Temmuz 2017’de partinin başına geçer. Seçimler öncesinde yürüttüğü halkla iç içe kampanya sonucunda partisinin oy oranı beklenmedik şekilde yükselişe geçtiğinde ve sandıklardan birinci çıktığında, bu başarıyı seçmenleri ve analistler “Jacinda-mania” olarak tanımlar. Ardern, halkının gözünde inandırıcı, kararlı ve ülkesini geleceğe taşıyacak bir lider olarak görülüyor. Ekim 2017’de hükümeti kurduğunda dünyanın en genç başbakanı olarak tarihe geçen, Başbakanlığının ilk yılında hamile kalan ve ilk çocuğunu dünyaya getiren Ardern, Benazir Butto’dan sonra görevi sırasında anne olan ikinci kadın lider olma sıfatını da kazandı. Hamileliği ve doğum sonrası süreçte partneriyle birlikte sergilediği hak mücadelesiyle dünyadaki birçok çalışan kadının sesi oldu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2018 yılı açılışında özellikle çevre ve insan hakları odaklı bir uluslararası ilişkiler tahayyülü ile dikkat çekmesinin yanında, Genel Kurul’a bebeğiyle gelen ilk lider de Ardern’di.

Tüm dünya aylardır yıkıcı etkileri süren Covid-19 pandemisi ile karşı karşıya ve ülkeler bu süreci mümkün olan en az hasarla atlatmak için çeşitli politikalar izliyorlar. Pandeminin ele alınışı ve uygulanan/uygulanamayan önlemlerin sonuçları birçok ülkede siyasi, ekonomik ve toplumsal yapı üzerinde ciddi etkiler yaratmaya devam ediyor. Vaka sayısının ve ölüm oranının hızla arttığı coğrafyalardan birisi de Latin Amerika. Pandemi sürecinde izlenen politikalar ile ilgili olarak Latin Amerika’da hem bölge hem de ülkeler ölçeğinde ayrıntılı analizlerin yapılması ve ortaya çıkan sosyoekonomik, siyasi ve ekolojik etkilerin kapsamlı şekilde araştırılması gerekmektedir. Bu kısa çalışmada ise Latin Amerika’da yaşanan son gelişmeler ana hatlarıyla incelenirken, özellikle en kötü durumda olan Brezilya üzerinde duruluyor.

2019 yılının sonunda Çin’in Wuhan kentinde, yasadışı yollarla getirilen vahşi hayvanların da satıldığı, bir pazar yerinde başlayan salgın kısa sürede dünyaya yayılarak, 21. yüzyılın ilk büyük pandemisini tetiklemiştir. Daha önce bölgesel yayılım gösteren SARS ve MERS salgınlarına neden olan virüslerle aynı aileden gelen yeni koronavirüsün neden olduğu Covid-19 1 pandemisi, ekonomik ve sosyal hayatı durma noktasına getiren önlemlerin alınmasını zorunlu kıldı. Küresel karantina ortamı, insanın doğayla ilişkisini sorgulamak açısından da yeni bir kapı araladı.

Bilindik hikayedir: Ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz, yıllar sonra aile evine ziyarete gittiğinde o zaman 12 yaşında olan Beşiktaş taraftarı erkek kardeşiyle aynı odada kalır. Gecenin bir vakti Demirkubuz, kendisine doğru yan yatmış kardeşini görür. Kardeşinin gözleri açıktır, ne bir kıpırtı, ne bir hayat belirtisi olmadan öylece bakıyordur. Ne olduğunu soran abisine aynı kısık gözlerle ve fısıldayarak, ‘abi Feyyaz ne yapıyordur şimdi?’ der. Bu hikaye, aynı zamanda sosyal bilimlerin futbolla neden ilgilendiğini ve ilgilenmesi gerektiğini ve insanı anlamak için böylesi bir özdeşleşmeyi kavramanın önemini gösterir.

Covid-19 yayılma hızı, kapsayıcılığı ve yıkıcılığı ile tüm dünyayı olduğu gibi Avrupa Birliği’ni (AB) de çok hazırlıksız yakaladı. Dünyada serbest dolaşımın ciddi bir şekilde sınırlanmasına, pek çok ülkede sağlık sistemleri üstünde ağır baskıya ve ciddi ekonomik sorunlara neden olan salgın, AB’yi de benzer vahamette etkiledi. Üstelik AB nasıl başa çıkılacağı hâlâ belli olmayan bu karmaşaya, 2005 yılındaki Anayasa krizinden sonra yaşadığı ve henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş krizlerden (Brexit, Avro ve mülteci krizleri) zayıf düşmüş şekilde yakalandı.

Çin’den başlayarak tüm dünyaya yayılan ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DTÖ) pandemi olarak ilan ettiği Covid-19, Rusya’da da hem büyük bir halk sağlığı meselesi hem de ekonomik ve siyasi yansımaları olan bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Rusya, vaka sayısı bakımından ABD ve Brezilya’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor. Bu yazının tamamlandığı 1 Temmuz tarihi itibarıyla DTÖ’nün paylaştığı verilere göre 648.000 olan vaka sayısında, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 9320 olarak kayıtlara geçti.

Batı Şeria, İsrail ve Ürdün sınırını oluşturan Ürdün nehrinin batı kıyısında kalan ve üç milyona yakın Filistinlinin yaşadığı bölgedir. Ayrıca, Batı Şeria’da 430 bin kadar İsrailli Yahudinin yaşadığı 132 yerleşim vardır. Bazı istisnalar dışında uluslararası toplumun işgal olarak tanımladığı bu yerleşimlerin sayısı her geçen yıl artarak bugünkü sayısına ulaşmıştır. Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin haritadaki yerlerine bakıldığında belli bölgelerde yoğunlaşma olmadığı, Batı Şeria’nın her yerine yayıldığı görülebilir.

bottom of page